Kendimi bildim bileli uyumlu olmam, uslu olmam istendi.
Sandım ki, uslu, akıllı olandı, kastedilenin kolay yönlendirilmek olduğunu fark ettiğimde, kimsenin avucunda karton kişilik olmamak, bir referans grubunun temsilcisi olmamak için direndim durdum.
Böyle olunca haliyle çok defa yalnız kaldım.
Çevremdekiler, uyumsuz demediler bana ama sanırım, pek de çizgimi tasvip etmediler.
Kendi kapasitem ve kararlarıma güvendim, olayları ve insanları önemsedim.
Kendim olarak, kendim kalarak, “kafama” göre takıldım.
İdealist insanları takdir ettim, pragmatistlerden kaçındım, realist olmaya çalıştım.
Hak ederek bi yere gelmeye çalıştım. Ehliyet ve liyakat, sadakatten önce gelmeliydi… Tersi olduğunda bugünkü manzarayı yaşıyoruz.
Yetişmemde emeği geçenlere vefalı olmaya çalıştım.
İyi akademisyen, iyi evlat ve iyi arkadaşı birbirinden ayrı düşünmüyorum.
Akademik saygınlığın, üretim ve çalışma zenginliği kadar, çayı içilir, muhabbet edilir biri olarak insaniyet sahibi olmaktan geçtiğini düşündüm.
Ayrıntılara dikkat ettim. Analitik olmayı tercih ettim.
Çevrem bunu “ince fikirlilik” olarak yorumlasa da duyarlılık olduğunu düşündüm.
Naif, zarif kişiliklerle ve donuk zihinli olmayan insanlarla kaynaşıverdim.
Çevremdekilere ön yargısız yaklaştım, kimseyi ötekileştirmedim. Tedbirli olmayı da elden bırakmadım.
Çevremde kimi zaman çekingenlik ya da politik davranmak olarak algılansa da, ölçülü olmaya çalıştım, ölçülülük uçlara savrulmaktan kurtardığı gibi, pişman olacağım şeyleri yapmaktan da uzaklaştırdı.
Bu bir süreç, “ihtiyatlı iyimserlik” olarak özetleyebilirim, dengeli, ölçülü olma arayışıyla geçecek yılları.